25 Nisan 2010 Pazar

Gezi Yazıları-Eskişehir

Adını herhangi bir sohbet esnasında öylesine duyabileceğiniz, basit bir anadolu şehri olduğunu düşünebileceğiniz bir şehir. Artık hemşehrilerinin övünmeyi çok sevmemesinden midir, yoksa artık onlara öyle bir şehirde yaşamak gayet normal geldiğinden midir bilinmez, Eskişehir keşfedilmeyi bekleyen bir vaha niteliğinde. Uzaktan bakınca çok farkedilmeyecek ama yakınlaştıkça kokusu ve güzelliği anlaşılabilecek bir çiçek gibi.

23 nisan tatilini fırsat bilerek, trenle günübirlik Eskişehir’e gittik. Sabah 11 buçuk gibi vardık. Oranın sakinlerinden olan, ve gördüğüm ve konuştuğum bütüm hemşehrileri gibi güleryüzlü olan bir tanıdığımız karşıladı bizi. Yolculuk üzerine genel sohbetler ile yolculuğumuz sonrasında Bilim-Sanat Parkı’na gittik. Öyle ferah öyle güzel planlanmıştı ki, sanki İstanbul’da yaşadığım sürece dört duvaran koca bir şehirdeydim de buraya gelince o duvarlar kalkmış gibi hissettim. Yapay gölünden, masal şatosuna, okul hayatımız boyunca hep kitaplardan okuduğumuz ama bir türlü ne işe yaradığını öğrenemediğimiz el makinalarından, Nasreddin Hoca’ya kadar herşey düşünülmüş. Pek çok yeri proje aşamasında, ama gördüğümüz kadarı bile bizi etkiledi, ferahladık.

Ardından yapay deniziyle meşhur Kent Parkı’na gittik. Tabi sezonu olmadığı için deniz boştu.

Bir plancı olarak ilk gözüme çarpan şey, elektrik sisteminin güneş enerjisiyle çalışıyor olmasıydı. Her sokak aydınlatmasının üstünde ufak bir fotosel vardı. Ne basit değil mi? Neden İstanbul’da yok acaba? Alla alla…

Sonra birbirlerini takip eden yaya yolları, insanları araç kullanmaya değil, yürümeye yönlendiren bir planlama sistemi mevcut şehirde.

Bir de tabi en güzel şeylerden biri bütün parklarında piknik yapmak ve kabuklu yemiş yemek yasak. O yüzden sanırım her yer pir-ü paktı.

Şelale park, en son gittiğimiz parktı, şehrin en tepesine, kocaman bir seyir terasıyla birlikte şelalesiyle meşhur park.

Şehir planına baktığınız zaman, şehrin üç köşesine ciddi büyüklükte üç park konulmuş, ve yeşil akslarla bu üç park birbirine bağlanmış denebilir.

İnsanlar mutlu, hayat ucuz. Kime sorsanız şehirden memnun, hayatından memnun. Tabi çok büyük bir öğrenci nüfusu var. Üniversitenin de şehire katkısı gözardı edilmemeli.

Daha anlatılacak çok şeyi var. Ama bu kadarı da merak uyandırır sanırım. Diyeceğim odur ki;

Gidiniz ve görünüz efendim hatta imkanınız varsa orada yaşayınız efendim.

Not: Bizi ağırlayan Naile Hanım ve kızı Aslı’ya sevgilerle.

20 Nisan 2010 Salı

İstanbul'u Zombiler Bastı

Bu şehir adamı zombi yapar derdim ara sıra İstanbul’dan sıkıldıkça. Bugün bizzat şahit oldum.
Sabah 8:50 suları, Mecidiyeköy Metrobüs İstasyon çıkışı. 100’e yakın insan, bir muhteşem planlama örneği olan metrobüs istasyonundan çıkmaya çalışıyorlar. Fakat o kadar kalabalık ve çıkış o kadar dar ki, herkes sağa sola yalpalayarak yürüyebilmekte. Adım adım. Yani siz deyin “Thriller” ben diyeyim “Zombilerim Şafağı”. “Sabah sabah, noluyor yahu?” diye sormadan edemedim kendime. 5 dakikalık bir zombi filmi heyecanı yaşadım sabah sabah, düşman başına:)