26 Temmuz 2011 Salı

29 yılın sorununu 1 dk da çözen dialog

-R: Seni tanıdıktan sonra reenkarnasyona inanır oldum.
-D: Neden ki?
-R: Bence kesin sen daha once dünyaya geldin, her şeyi yaşadın, o yüzden bu yaşam sana sıkıcı geliyor, rahatlık bu yüzden.

Realizm ben de kabızlık yapıyor

İnsani duygular vardır. Zaman zaman bir kaçıyla ben de muhatap oluyorum. “Açlık” hissetmek ve “uyumak”ta baya iyiyim bu aralar. Sonra sıkılmak, üzülmek, sevinmek, özlemek, sinirlenmek gibi bi kaç tane daha var aklıma gelen. Bunların bir kaçıyla aram fena değil. Ama eskisi kadar sıkı fıkı olamıyoruz maalesef. İşin garip tarafı ve benim de kendimi sorgulamama neden olan konu ise bunları gösterme biçimim. Mesela özlem duygusuna çok aşina değilim, hissettiğim zaman “Hmm sanırım bu özlem olsa gerek” diyorum ama ne yapmam gerektiğini tam olarak kestiremiyorum. Sinirlenmelerim en çok kendime. Sevinç ve hüzünlerim uzun zamandır içimi kemiren kurtlar misali dışarıda pek baş göstermiyor.

Bu gün işten eve gelirken düşündüm. Sanırım “modern zaman insanı” denilen varlığın genel sorunları bunlar. Her daim yapmak zorunda olduğumuz şeyler var. Üzüntümüzden gebersek bile işimize gitmek zorundayız mesela, ya da sabahın köründe bile leş gibi kokan bi adamı tutup otobüsün camına vurmak yerine orda yokmuş gibi davranıyoruz, gitmesi için dua ediyoruz. Tek yaşıyorsanız hele, bi dünya sorumluluğunuz var o eve ait. Ölseniz de kalsanız da yapmak zorunda kalıyorsunuz.

Aşık oluyorsunuz, gidip kapısında yatmak istiyorsunuz ama para kazanmanız da gerekiyor, bırakamıyorsunuz.  Kabuk üstüne kabuk örüyorsunuz kendinize insanları yalnızlığınızla korkutup kaçırmamak için. Sadece kelimelere inanıp karşı tarafında dürüst olduğunu düşünüp sabahlara kadar yazışıyorsunuz sosyal medya üzerinden ya da ordan buradan, reklama gerek yok şimdi. Oyunlar buluyorsunuz kendinizi uyuşturmak için, içimizdeki boşluğu doldurmak için.

Bense çaba sarfetmekten hala vazgeçmedim. Biliyorum ki, bir arkadaşınızla karşılıklı çay içip sohbet etmenin yerini hiç bir şey tutamaz, tutmamalı. İstanbul’da ya hangi lanet büyük şehirde yaşıyorsanız, o şehrin sizi yutmasına izin vermemelisiniz.  Savaşın demiyorum, sadece tadını çıkartmaya çalışın. Çünkü tek bir lamba kapanmasına bakıyor olay. Sonrası “Hallellujah”..

Bu günlerde Amy Winehouse’un ölümüyle burun buruna yaşadığımız için sanırım çokça düşünüyorum bu mevzuları. “Nasıl yazmış bu kadın bu sözleri” dediğim şarkılar, “Şuncacık kızsın nerenden çıkartıyorsun o sesi” dedim müthiş bir ses ve MP3 çalarımda hiç eksik olmayan albümleri. Zaman zaman buhranlı dönemlerimde kendime benzettiğim hatta “Aramızdaki tek fark O’nun milyonlarının olması” diyerek baya bi samimi olduğum kadının ölümü beni çok düşündürtmekte bu ara. O kadar ince bir çizgi ki bu, öbür tarafa geçmeniz an meselesi.  Siz öbür tarafa “ölüm” deyin ben “delirmek” diyeyim, başkası “aşık olmak” desin. Fark etmez. İşte tam da bu anda burada defalarca yazdığım “bilmek yerine inanmak” bahsi açılıyor.

Bilmek de işinize yarayacaktır. Ama inanmak sizi hayata bağlar, nefes almanızı sağlar, devam etmenize yardımcı olur. Neye ya da kime inandığınız da çok önemli değil aslında. İster kendinize, ister Buddha’ya ister İETT şoförüne inanın hiç fark etmez.

Modern insanlarız ya biz her şey sorgularız, materyalistiz ya görmeden inanmayız. Realizm kıçımıza kaçar bizi kabız yapar yine de fark etmeyiz. 

Boşverin bunları. Siz inanın. Başka türlü yaşanmaz başka türlü sevilmez.

-Bitmez-

25 Temmuz 2011 Pazartesi

eskilerden bir nev'i dua/meydan okuma/itiraf

Nemesis!.. Nemesis!...
Alnı bir mezar taşı kadar soğuk, bakışı cellat satırından daha korkunç ilâhe! Neyimi kıskandın benim?

Elbette ki Promete seni çılgına döndürecekti. Dârâ’nın azametine, Karun’un debdebesine, İskender’in yiğitliğine kızmakta haklıydın. Homeros, Milton, Beethoven hışmına uğramaya lâyıktılar.

Ey yıldırımlar gibi ulu çınarlara musallat tanrıça!
Ben ne erguvanlar içinde doğan bir Bizans prensiyim, ne gururuyla tanrıları kışkırtan bir Titan.

Ama madem ki yalnız uluları damgalayan parmakların bana kadar uzandı, madem ki beni de hışmına lâyık gördün, seni utandırmayacağım. Ya ölüm, şarkılarımı boğacak yahut elimden aldığın dünyadan çok daha muhteşem bir kâinat yaratacağım.
Sana meydan okuyorum Nemesis!..

Nemesis!... Senden korkmuyorum ey çılgın bakire!

Cemil Meriç Jurnal 1 - 41

24 Temmuz 2011 Pazar

masallar ve ağrı kesiciler üstüne

Bütün acılar tek başına çekilir. "Paylaşırsan rahatlarsın" diye bir şeye inanmıyorum ben. Çekmen kaçınılmaz olan için ağrı kesici almak gibi geçici bir çözümdür. Ağrı orada durur sadece bir süre varlığını unutursun.

Bütün mutluluklar da tek başına yaşanır. Başkasına bağlı mutluluklar yaşamaya çalışanlar ödünç aldığı kıyafetiyle baloya giden külkedisi gibidir. Ama sonu mutlu bitmeyen türde masallarda.

Öyleyse, zaten bu kadar yalnızken "çoğul" "ben"ler imkansızken;
Neden korkarız hala yalnızlıktan bu kadar. Gerek yok...
06.07.2011 / Kayaköy

kendinizi o kadar da büyütmeyin yahu

bu gece kendimden sıyrılıp uzaktan bakmayı denedim. herşeye, hayatıma, evime, arkadaşlarıma, aşklarıma. "Aşk" hecesinin yanına çoğul eki koymak ihanet gibi geldi bi an. neye ya da kime ihanet emin değilim. yıllar önce fikrine ve ruhuna güvendiğim bi adam demişti, "aşk hep vardır" diye, "o ordadır senin içindedir sadece görmen için uygun koşullar gerekir". o ara öss ye hazırlanıyordum (üniversite sınavı isimleri yaşınızı da eleverir oldu artık) N.Ş.A. (normal şartlar altında) camda buğu olan havadaki su buharına benzetmiştim. yıllar geçtikçe ne kadar yerinde bir benzetme olduğunu görüyorum.
"Nerrrde kalmıştık?" kendimizden sıyrılıyorduk. adım adım yapılacak bir çalışma bu.
önce kendinizi görürsünüz. belki bedeninize ne kadar iyi bakıp bakmadığınız çarpar gözünüze. göz kenarlarınızda çizgileriniz olmaya başlamıştır, belki bir ya da bir kaç beyaz tel saç. bende epey çoğaldı son yıllarda. ırsi diyor görenler, ben de buna inanmayı tercih ediyorum "üzüntüden" demek yerine.
uzaklaştıkça başka insanları da dışarıdan görmeye başlamak ayrı bi tecrübe. oldukları gibi, kendi hayatınıza sokmadan. onların da korkuları vardır, üzüntüleri belki sizinkileri gölgede bırakacak kadar. biraz daha uzaklaşırsanız, kendinizin diğer insanlardan çok da bi farkı olmadığını görürsünüz. insan insandır. tüm eksiklikleriyle ve güzellikleriyle.
ne kadar uzaklaşır ne kadar yükselirseniz hayat o kadar anlamsızlaşmaya başlayacaktır. bir keresinde 2000 metreden atlamıştım paraşütle. ilk anlar çok anlamsızdı, heyecanlanmamıştım bile. ne zamanki yere yaklaşmaya insanları görmeye başladım o zaman gerçekten bir bez parçasına güvenip 2000 metreden atlamanın ne kadar cesaret gerektiren bi iş olduğunu düşündüm. şimdi tam tersini yapıyorum, yükseliyorum ve hayatlar anlamsızlaşıyor. yükselmek.. "are you high" derler gevurlar bizimkiler de "kafan mı iyi" diye çevirirler. yükseldikçe anlamsızlaşmak arasındaki bağlantı daha iyi açıklanamaz sanırım.
en yüksekte ne var diye merak etmiyor değilim. bu kısımda da bilmeyi değil inanmayı tercih ediyorum. benim inandığım biri var. zamandan ve mekandan "münezzeh". kocaman bir hiçlik ama boşluk değil. hayatımı bağladığım bütün kavramları anlamsızlaştıran bir hiçlik.
bu kadarını yapamıyorsanız, bulabildiğiniz en yükseğe çıkıp aşağıya bakın. insanların ya da koskoca hayatlarının iki parmağınızın arasında 2 cm yi geçmeyeceğini görürsünüz.
üşenmeyin, yapın..

23 Temmuz 2011 Cumartesi

teşekkür

Şu an itibariyle depresifliğime son vermiş bulunmaktayım. Çünkü nefes almaya devam etmem gerekiyor.
Bu zor zamanlarda her zaman yanımda olan sevgili kardeşim N.'ye, kedileri ve güzel enerjisiyle bana hep neşe veren yavru kuşum Y.'ye, fallarıyla bana şoklar üstüne şoklar yaşatan pozitif kedicik B.'ye, İstanbul içi olsa dahi en güzel araba yolculuklarımı yaptığım usta şoför T.'ye, 1 hafta da olsa dansları ve esprileriyle hayatıma renk katan kankalar İ. ve S.'ye, bu yazıyı okuyamıyor olsa bile Koreli ruh eşim S.'ye, deliliklerime artık alışan anlayışlı patronum C.'ye, her şartta beni güldürmeyi başaran güzel insan ve anne I.'ya, bütün sıkıcı "filozofluğum" ve ukalıklarımla baş eden ve hala dinlenecek insanların varlığından beni haberdar eden H.'ye, gaz makinem, neşeli arkadaşım S.'ye, bana bütün samimiyetiyle hala temiz birşeylerin var olduğunu her sene tekrar tekrar hatırlatan bütün Kayaköy ailesine, ve son iki aydır hayatıma giren ve konuşurken gözlerine baktığım insanlara çok teşekkür ederim.
Varlığınız için minnettarım...

18 Temmuz 2011 Pazartesi

ara ara bazı bazı

"çok garip günler yaşıyorum"
Çevremdeki insanlar bi kaç zamandır benim için endişeleniyor sanırım. Bu konuda çoğundan direkt bir şeyler duymasam da, bana deli muamelesi yaptıklarını hissediyorum.
Zor zamanlar geçirdim belki hala da geçiriyorum. Dibe vurdum, kum çıkarttım şimdi yüzeye yüzmeye çalışıyorum. Erkekliğe bok sürdürmesem de ölmekten baya korkar oldum bu ara. Yapmak istediğim bi dünya şey var kafamda, bitirip öyle ölmeyi planlamaktayım, bakalım kısmet.
Yollara vuruyorum kendimi her fırsatta, bir de kızlar partileri yapıyoruz akşamları iyi geliyor. Dertleşmeme kararı aldım kimseyle. Tam olarak / hiç anlaşılmadığımı farkettim, o yüzden verilen akıllar da bi boka yaramıyor. 30 senedir yine yaptığımı yapıyor bildiğimi okuyorum.
Daha çok "fill in the blanks" modu bu. Koca koca boşluklar var ama iki kelime veriyorlar size, doldur bakalım boşlukları doldurabilirsen.
Depresyonda falan değilim, her doğum sancılıdır, onun ağrısı bunlar. Geçecek farkındayım.
"Sabretmeyi öğrendiğimde çok mübarek bi adam olucam" derdim hep. İşte şimdi sabretme konusunda özel ders alıyorum. Bedeli baya yüklü bir miktar ama başardığımda cebime bir güzellik daha koymuş olucam.
He özlemek var bi de o çok fena. Çünkü ben özlemeyi pek beceremem. Bunu da elime yüzüme bulaştırdım bi ara şimdi ortalığı temizliyorum.
Ne istediğinize ne için dua ettiğinize çok dikkat edin. Çünkü hepsi gerçekleşiyor. Siz bazen gerçekleştiğini farketmiyorsunuz o kadar.
Hapiste gibi hissediyordum kendimi, şu an tasarruf etmek için kullanılmayan fişleri çekiyorum. "Stand by" iyidir.
Olmasını çok istediğim şeyler var, görmeyi çok istediğim insanlar. Bir de beraber susmak istediğim bir adam var. Şizofrenliğin dibine vurmuş, kendim de yaratmış olabilirim bu insanları.
Belirsizliklerle de yaşama dersleri alıyorum seçmeli olarak. Program çok yoğun. Bi kaç günde bir çıldırsam da en azından nöbetleri epey seyrelttim.
"İnanmak bilmekten daha güçlüymüş" daha önce söylemiş miydim?
"In love I trust" he bi de "All you need is love" var. Onu da sonra anlatırım.

öl(dür)mek

insan yanında ölmek istediği insanı öldürmek ister mi? deneyen birini tanıyorum

dua

bu med-cezir ler kalbi yormayaydı iyiydi

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Duyuru

blogumdan ziyaretçi profili izleme şeysini kaldırdım, kim girdi kim baktı artık iplememeye karar verdim, yoksa blog amacından sapacaktı. Aman ne önemli!

12 Temmuz 2011 Salı

"öf" ile "pöf" arasında bi yer

çok sıkıldım artık akıllı uslu bi kız olmaya çalışmaktan. Normal davran, normal iç, normal sev, normal uyu, normal insanlar gibi bi işin bi ailen bi sevgilin olsun, normal ol! bu blog a da bi dünya şey yazıyorum, daha fazlası da ordan burdan görüp de her seferinde dayanamayıp aldığım defterlerde. o defterlerden de almayı bıraktım, nedeni basit: normal insanlar o kadar çok defter almaz!
Valla ben denedim, 30 yıl oldu, bi aşama kaydedemedim, çok da "normal" bi insan olarak değerlendirilemiyorum zaten çevremde, demekki o konuda çok başarılı değilim.
Ben oyun falan bilmem, tamam bi kaç tane sağdan soldan öğrendiğim numaram var ama emin olun bilet paranıza değmez. Sıkılırım zaten sonuna kadar sürdüremem. Yalan da pek bilmem ben, bazen söylerim ama sonra da gider düzeltirim içim rahat etmez. Bi yerde bi bozukluk var ama anlamadım ben de. Bunun farkında olmak da bir şeydir. Ha bi de kendi kendime çok güzel gaz veririm, ama çevreciyim korkmayın siz zehirlenmezsiniz.
Hadi görüşürüz, öptüm, bay