7 Haziran 2011 Salı

Yıkım Ekibi

Sesler saldırır insana bazen balçıktan daha yoğun bir sessizlikteyken. Ben böyle zamanlarda hep yazmayı seçtim, kafamdaki sesleri düzene sokabilmek umuduyla. Çoğunlukla işe yaradı. Yaradaki pis kanı boşaltmak gibiydi.
Şimdi kangren oldum sanırım, ya da bir tür iç kanama geçiriyorum. Ne kafamdaki sesler bir araya gelip bir cümle kurabiliyor, ne de ben çığlık atmadan konuşabilen bir ses duyabiliyorum.
Son 10 yıldır genel anlamda "sosyalleştiğim" düşünülürse -ki o da yalnızlık kaşıntısına sıkılan kolonya kıvamındadır- çıldırdığım zamanlar çok enderdir. Hatta son yıllarda öyle şeyler görüp, öyle sakin kaldım ki, erdiğimi falan düşünüyordum.
Ama şimdi Beşiktaş'ta elinde bavulla gezen Abla'ya kendimi bir adım daha yakın hissediyorum. Çizginin bu tarafında olmaya direnmeyi bırakıp, öbür tarafa geçme düşüncesi gün geçtikçe daha da cazip gelmeye başlıyor. Hep "Aramızda bir adım var" derdim, şimdi o mesafe de kapanıyor.
İçimde bir odam var benim, yıllardır her eşyasını kendi ellerimle yonttuğum. Penceresiz, küf kokan, sessiz, ruhsuz... Kendimi bildim bileli ben hep oraya kaçtım, kimseyi de içeri almayı hayal bile etmedim. Şimdi ise odamı arayan ve yıkmaya kararlı bir dozer sesi duyuyorum. Teslim olmak mı, haritayı vermek mi bana zaman kazandırır hiç bir fikrim yok.
Ben bu dünyayı anlayamadım, gözüm açık gidicem...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder